Selamlar,
Nihayet heim daki tatlı yatakhanemizin zeminindeki yerimi alıyorum. Sezin yatağın 2.katındaki yerini almaya çalışırken Oğul uykusunda konuşuyor. Ses çıkarmadan gülmeye çalışmak çok zor.
Gözümün önünden domuz sosisleri ve turşular geçiyor. Bugün Berlin'deki son günümüzdü; yarın 04.30 da kalkıp otobüsle Siegen'a gidiyoruz.
Bu sabah etrafımda koşuşturan insanların sesiyle uyanıyorum. Saat 7.30 da duş sırası başlıyor. Ben 8.30 da çıkıyorum tulumdan,hatta 9daki kahvaltıya kadar duş bile alıyorum. Winterfell temalı toplanma salonunda kimisi uykusunu açamamış, kimisi çoktan muhabbete başlamış Sakarya kahvaltı ediyor. Sonra günün programı başlıyor.
İlk durak East Side Gallery. Bir sabah aniden ülkeyi, sokakları, evleri ikiye bölen beton duvar şimdi renkli resimler, barışı savunan sözlerle süslü. Yıllar önce aileleri ayıran duvarın çevresinde çocuklar koşuşturuyor şimdi. Biz ise klasik fotoğraflarımızı çekilip çizimleri hayranlıkla izleyerek yürüyoruz yolu.
Galeriyi bitirdikten sonra metroya atlayıp her zamanki aktarmalarımızla Bundestag'a gidiyoruz. İçine giremesek de eski parlamentonun önünde bir grup fotoğrafı çekilmeyi ihmal etmiyoruz.
Çok oyalanmadan tekrar merkeze gidip bu kez Yahudi anıtını buluyoruz. Biraz hayal kırıklığına uğradığımı itiraf etmem gerekiyor, Berlin halkının üstüne oturmak için kullandığı küçüklü büyüklü betonlar haline getirilmiş gibi anıt. Buradan sonra 3 saatlik serbest zamanımız başlıyor, biz de 5 kişi biletimizi alıp Baran‘ın önerdiği Charlottenburg'u görmeye gidiyoruz(!) Bir de zamanımız kalırsa Kudamm da alışveriş yapacağız güya.
Göremiyoruz.
Aktarmayla Hauptbahnhof'a ulaşıp ordan Charlottenburg durağına gidiyoruz. Gitmesine gidiyoruz da Charlottenburg'u yerinde bulamıyoruz. İstasyonlarda baktığımız sayısız harita, sorduğumuz her insan, herkes başka bir şey söylüyor ama kimse Charlottenburg'a net bir cevap vermiyor. İstasyondan çıkıp koskoca bir kare çizip başladığımız yere geri dönünce yetişememe korkusu alıyor bizi. Neyse ki birkaç dükkan bulabileceğimiz bir caddeye geliyoruz bir şekilde, orada 1 saat kadar dolaşıp kahve içiyoruz, hop yine S-bahn'a.
Gün israfı demek istemiyorum, çünkü halimize deliler gibi gülüyoruz, ama görmüş olduğumuz tek şey metro hattı. Geri dönüp geldiğimiz hatta metro bekliyoruz, ama gelen metro hauptbahnhoftan geçmiyor. Tam o sırada yanımızdaki bir adam "Koşun koşun karşıya geliyor sizinki!"diye haykırınca paldır küldür karşı hatta geçip yakalıyoruz treni. Ama rahat yine batıyor, bu kez yolda uzaktan görüp Brandenburger Tor‘a benzettiğimiz yapı yüzünden trenden iniyoruz, istasyonun dışına çıkıp bakınca saçma sapan bir yerde indiğimizi anlıyoruz. Söylene söylene geri gidiyoruz trene, bu kez uslu uslu yapıyoruz aktarmamızı, geliyoruz buluşma noktasına. Charlottenburg‘u bulmama hikayemiz Baran‘ı eğlendiriyor, bense izcilik hayatımı sorguluyorum, cidden bu kadar kabiliyetsiz izci olur mu yahu! Oradan heim a geri dönüyoruz, malum yarın yolculuk var, akşam yemeğini evde yiyip erkenden yatacağız. Alışveriş obası olduğumuz için heim'a girip çıkmam bir oluyor, soluğu markette alıyoruz, 3 market arasında sola çeken alışveriş arabamızla İzzet önderliğinde Cielarko üyeleri alışveriş yapıyoruz, öğle yemeği seçmeye çalışırken soğuk zinciri karşısında buz tutuyoruz. Herhalde soğuktan olacak, verebileceğimiz en kötü kararı verip sosis alıyoruz. Yaklaşık 1,5 saat sonra marketi alıp heim'a getiriyoruz. Akşam yemeğinde uzun bir süreden sonra tavuklu çorba içiyoruz ve bir kez daha anlıyorum ki Sakarya gerçekten iyi yemek yapıyor! Yemeğin ardından Esra'nın doğum günü kutlanıyor :) Grubun geneli hasta olduğu için lider bu akşam da Berlin'deki son refleksiyonda bize vitamin partisi veriyor, refleksiyondan anlaşıldığı üzere ise grupça pek bir problemimiz yok. Refleksiyonda nöbob olduğumuz açıklanıyor, biz de yarının öğle yemeğini hazırlamak için mutfağa giriyoruz.
Menü uzaktan güzel görünüyor: lavaş arası üçer sosis, peynir ve turşu, vejeteryan ve vegan seçenekleri de mevcut! Ama iş hazırlamaya geldiğinde bir süre sonra kopuyoruz. Haşlanmış sosis korkunç kokuyor, Yağmur‘un midesi bulanıyor, Ali Umut turşuları lavaşa lap diye fırlatıyor, tırnaklarımın arası peynir doluyor, sarılan dürümler bozuluyor, gülmeye başlıyoruz, İzzet bize "bunlar adam olmaz, yazık kafalar da gitti"bakışı atarken mezun geliyor, Alperen bütün sosisi ağzına sokup sonra öğürerek dışarı fışkırtıyor, gülme krizi geçiriyorum, şifalı şifalı diyerek haşlanmış sosisin suyundan bir avuç içiyor, İzzet Alperen‘e somut bir iğrenmeyle bakıyor, en sonunda dürümleme işi bitiyor, işi biten hızla mutfaktan kaçıyor, üstümüze sinen ahır kokusunu çıkarmaya çalışıyoruz. Sanırım oba olarak bir süre domuz yemeyeceğiz.
Saat şu an 01.00, artık uyumam gerekiyor, yarın sabah uzun bir yol bizi bekliyor. Haydi bakalım Siegen partisi başlasın o zaman!
İpek Üstündağ‘20
Nihayet heim daki tatlı yatakhanemizin zeminindeki yerimi alıyorum. Sezin yatağın 2.katındaki yerini almaya çalışırken Oğul uykusunda konuşuyor. Ses çıkarmadan gülmeye çalışmak çok zor.
Gözümün önünden domuz sosisleri ve turşular geçiyor. Bugün Berlin'deki son günümüzdü; yarın 04.30 da kalkıp otobüsle Siegen'a gidiyoruz.
Bu sabah etrafımda koşuşturan insanların sesiyle uyanıyorum. Saat 7.30 da duş sırası başlıyor. Ben 8.30 da çıkıyorum tulumdan,hatta 9daki kahvaltıya kadar duş bile alıyorum. Winterfell temalı toplanma salonunda kimisi uykusunu açamamış, kimisi çoktan muhabbete başlamış Sakarya kahvaltı ediyor. Sonra günün programı başlıyor.
İlk durak East Side Gallery. Bir sabah aniden ülkeyi, sokakları, evleri ikiye bölen beton duvar şimdi renkli resimler, barışı savunan sözlerle süslü. Yıllar önce aileleri ayıran duvarın çevresinde çocuklar koşuşturuyor şimdi. Biz ise klasik fotoğraflarımızı çekilip çizimleri hayranlıkla izleyerek yürüyoruz yolu.
Galeriyi bitirdikten sonra metroya atlayıp her zamanki aktarmalarımızla Bundestag'a gidiyoruz. İçine giremesek de eski parlamentonun önünde bir grup fotoğrafı çekilmeyi ihmal etmiyoruz.
Çok oyalanmadan tekrar merkeze gidip bu kez Yahudi anıtını buluyoruz. Biraz hayal kırıklığına uğradığımı itiraf etmem gerekiyor, Berlin halkının üstüne oturmak için kullandığı küçüklü büyüklü betonlar haline getirilmiş gibi anıt. Buradan sonra 3 saatlik serbest zamanımız başlıyor, biz de 5 kişi biletimizi alıp Baran‘ın önerdiği Charlottenburg'u görmeye gidiyoruz(!) Bir de zamanımız kalırsa Kudamm da alışveriş yapacağız güya.
Göremiyoruz.
Aktarmayla Hauptbahnhof'a ulaşıp ordan Charlottenburg durağına gidiyoruz. Gitmesine gidiyoruz da Charlottenburg'u yerinde bulamıyoruz. İstasyonlarda baktığımız sayısız harita, sorduğumuz her insan, herkes başka bir şey söylüyor ama kimse Charlottenburg'a net bir cevap vermiyor. İstasyondan çıkıp koskoca bir kare çizip başladığımız yere geri dönünce yetişememe korkusu alıyor bizi. Neyse ki birkaç dükkan bulabileceğimiz bir caddeye geliyoruz bir şekilde, orada 1 saat kadar dolaşıp kahve içiyoruz, hop yine S-bahn'a.
Gün israfı demek istemiyorum, çünkü halimize deliler gibi gülüyoruz, ama görmüş olduğumuz tek şey metro hattı. Geri dönüp geldiğimiz hatta metro bekliyoruz, ama gelen metro hauptbahnhoftan geçmiyor. Tam o sırada yanımızdaki bir adam "Koşun koşun karşıya geliyor sizinki!"diye haykırınca paldır küldür karşı hatta geçip yakalıyoruz treni. Ama rahat yine batıyor, bu kez yolda uzaktan görüp Brandenburger Tor‘a benzettiğimiz yapı yüzünden trenden iniyoruz, istasyonun dışına çıkıp bakınca saçma sapan bir yerde indiğimizi anlıyoruz. Söylene söylene geri gidiyoruz trene, bu kez uslu uslu yapıyoruz aktarmamızı, geliyoruz buluşma noktasına. Charlottenburg‘u bulmama hikayemiz Baran‘ı eğlendiriyor, bense izcilik hayatımı sorguluyorum, cidden bu kadar kabiliyetsiz izci olur mu yahu! Oradan heim a geri dönüyoruz, malum yarın yolculuk var, akşam yemeğini evde yiyip erkenden yatacağız. Alışveriş obası olduğumuz için heim'a girip çıkmam bir oluyor, soluğu markette alıyoruz, 3 market arasında sola çeken alışveriş arabamızla İzzet önderliğinde Cielarko üyeleri alışveriş yapıyoruz, öğle yemeği seçmeye çalışırken soğuk zinciri karşısında buz tutuyoruz. Herhalde soğuktan olacak, verebileceğimiz en kötü kararı verip sosis alıyoruz. Yaklaşık 1,5 saat sonra marketi alıp heim'a getiriyoruz. Akşam yemeğinde uzun bir süreden sonra tavuklu çorba içiyoruz ve bir kez daha anlıyorum ki Sakarya gerçekten iyi yemek yapıyor! Yemeğin ardından Esra'nın doğum günü kutlanıyor :) Grubun geneli hasta olduğu için lider bu akşam da Berlin'deki son refleksiyonda bize vitamin partisi veriyor, refleksiyondan anlaşıldığı üzere ise grupça pek bir problemimiz yok. Refleksiyonda nöbob olduğumuz açıklanıyor, biz de yarının öğle yemeğini hazırlamak için mutfağa giriyoruz.
Menü uzaktan güzel görünüyor: lavaş arası üçer sosis, peynir ve turşu, vejeteryan ve vegan seçenekleri de mevcut! Ama iş hazırlamaya geldiğinde bir süre sonra kopuyoruz. Haşlanmış sosis korkunç kokuyor, Yağmur‘un midesi bulanıyor, Ali Umut turşuları lavaşa lap diye fırlatıyor, tırnaklarımın arası peynir doluyor, sarılan dürümler bozuluyor, gülmeye başlıyoruz, İzzet bize "bunlar adam olmaz, yazık kafalar da gitti"bakışı atarken mezun geliyor, Alperen bütün sosisi ağzına sokup sonra öğürerek dışarı fışkırtıyor, gülme krizi geçiriyorum, şifalı şifalı diyerek haşlanmış sosisin suyundan bir avuç içiyor, İzzet Alperen‘e somut bir iğrenmeyle bakıyor, en sonunda dürümleme işi bitiyor, işi biten hızla mutfaktan kaçıyor, üstümüze sinen ahır kokusunu çıkarmaya çalışıyoruz. Sanırım oba olarak bir süre domuz yemeyeceğiz.
Saat şu an 01.00, artık uyumam gerekiyor, yarın sabah uzun bir yol bizi bekliyor. Haydi bakalım Siegen partisi başlasın o zaman!
İpek Üstündağ‘20
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder